Kentte İnsan Göçebe mi ?
Batı toplumları üzerinden bir inceleme yapacak olursak, nüfusun %90 ‘lık bir oranının kentlerde yaşadığı verisine ulaşabiliriz. Kent, insan yaşamında bir biçim tanımlamış durumda hatta konutun yerini aldığı gerçeğini de savunabiliriz. İnsan yaşamının, çalışma saatleri dışında evde geçtiği ve evin merkezcil olduğu durumdan yavaş yavaş uzaklaşmaktayız. Modern kentler kendi yarattığı fiziksel, ekonomik ve sosyo-kültürel çevre ile geleneksel konut anlamını, insan yaşamında geri döndürülemeyecek bir biçimde değiştirdi.
Kentte Konut bir Durak mı ?
Konutun işlevlerine bir göz atacak olursak, en genel hatlarıyla yaşama, uyuma, dinlenme, yemek yeme gibi eylemlerin yapıldığı mekân diyebiliriz. Fakat kentin bize sunduğu oluşmuş ( oluşturulmuş? ) çevre ile birlikte, bu çevredeki imkan ve servisler konutun bu işlevlerini yerine getiriyor. Evin iç eylemleri dışarı taşınıyor. Hem fiziksel hem de psikolojik olarak sınırlarını tanıdığımız konut kente karışıyor. Yaşamımız caddelerde, alışveriş merkezlerinde, restoranlarda geçiyor. Modern gündelik yaşam temposuyla hareket eden insan, kahvaltısını bir büfe de yaparken, gazetesini otobüste veya metro durağında okuyor. Bu koşuşturma içinde ev bir durak haline geliyor.
Hangi Kent Bizim?
Kentin küreselleşmesi..
Sözü edilen ‘Kent’, küresel bir şebekenin parçası. Kentin sunduğu imkan ve servislere küreselleşmenin ekonomik ve kültürel mantığı yön vermektedir.
Mekan dediğimiz şey ise ; yerden, zamandan ve kültürden kopartılmıştır ve küresel şebeke ilişkileri içerisinde sentetik hale gelir. Sentetik mekanlar bir orijine sahip değillerdir ve homojenize edilmişlerdir. İçinde bir ‘text’ ile yeniden üretilmiş bu mekanların amacı ise kurulu şebekenin işlemesine bir şekilde destek olmaktır.Text mekanın içine yazılmış bir hikayedir.İnsanlar üretilmiş bu mekanları tarif edildiği biçimde kullanır.Text’i kırmak ancak mekanı bir hafıza ile desteklemekle yapılabilir. Bu sentetik mekanlar her yerde tekrar ederek çoğalır ve bize dünyanın herhangi bir yerinde hiçte yabancı olmadığımız bir biçimde ulaşır. Önceden sahip olduğumuz hafıza yerini örüntü içinde yenilenen hafızamıza bırakır.
Örnek verecek olursak; Chicago kentinde bir McDonalds’ta ki hamburgeri annemiz yapmışçasına büyük bir gönül rahatlığıyla yiyebiliriz.
‘Ev’ den Kalan?
Kentin evin yerini bir biçimde almış olmasına rağmen, zihinlerde kalan ‘ev’ den bahsedelim. Çevremiz,konut ta dahil olmak üzere , seri olarak üretilmiş nesneler ile sarılı. Her nesne kullanıcısından habersiz biçimde üretiliyor ve bu çok sayıda standart olarak üretilen nesneler öznelerin tüketimine sunuluyor.
Günümüzde evler; içi dışı değişebilir halde tasarlanmaya, tak ve çıkar mantığıyla kullanılmaya başlandı. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, hazır mutfak montajı veya dekorasyon gibi eylemler değişime olanak sağlarken, geleneksel konutta mutfak,yüklük, kiler tasarımın en önemli parçalarındandı.
Öznemiz ise psikolojik olarak ‘evde yaşam’ ihtiyacını karşılamak amacıyla ilk önce konutunu sonra dolabını, televizyonunu, ayakkabısını ve bilgisayarını satın alıyor.Sırf kendisini evinde hissedebilmek adına.
Baba Ocağı Satılır mı?
Ev – sokak , sokak-meydan gibi ilişkilerin bu yeni kent örüntüsü içinde bir benzerini bulamıyoruz ve buda bize komşuluk,hemşerilik,aidiyet,hafıza kavramlarından ne denli uzaklaştığımızın farkına varma şansını tanıyor.
Bu sosyal yaşam ve kültürel durum içindeki konutun günümüzdeki karşılığı ise, ‘iç’ ve ‘steril’ sıfatları eklenerek duvarlar arkasında tanımlanmış konut ve konut toplulukları.
Yapay bir sosyal çevre içerisinde dışarıyı tehlikeli olarak tanımlayan kapalı sitelerde aslında kişiye satılan bir konuttan çok yeni bir yaşam tarzı oluyor. Kentle karşılaşmak yerine onu cam kutular içinde seyir etmek tercihi popüler hale gelebiliyor ve ortak düşünce tarzı oluşturmaya başlıyor.Geçici imajlarla donatılmış olan konut satın alındığı gibi kullanıp ,tüketilip yenisiyle değiştirilebiliyor.
Konut dediğimiz hafızamıza yön veren ‘ev’ değil, satın alınan bir nesneden öteye gidemiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder