E

Konut- İnsan İlişkisi konut ve kent Sosyal Ayrışma kentsel dönüşüm soylulaştırma tüketim nesnesi olarak konut alt gelir grubu göç kapalı site kapalı siteler kentsel algı kentsel yaşam rota Ait olma durumu Toplu Konut algı barınma-yaşama fiziksel sınır gecekondu genişleyen konut sınırı konut niteliği konutun tüketimi sosyo-ekonomik statü sınır Özel - Kamusal Sınırı çarpık kentleşme Kamusal Omurga Çeperinde Konut Sosyal Adalet Toplum-Kent İlişkisi durak dışlanmışlık etkileşim gelecek tasarımı hafıza kamusal alan kent çeperleri kültür katmanı mahremiyet metropol sosyal eşitlik sürdürülebilirlik toplumsal sınır yap-sat yaşam kalitesi üst gelir grubu ütopya 3. boyutta mülkiyet Bellek Ekosistem Kent ile Konutun Kesiştiği Alanlar Kentin Yatay ve Düşey Arayüzleri Kentli Hakkı Kentsel Doku Ne Yönde değişiyor/Değişmeli Kişiselleşme Kolektif Bellek Korunaklı Yerleşimler Metropolde Konut İhtiyacı anlam beden deneysel konut dinamik konut disiplinler arası yaklaşım distopya dönüşüm düşeyde yükselme ekonomi ekonomik strateji evsiz farklı kültürler fonksiyon future systems geleneksel kavramlar gelir kutuplaşması genius loci geçirgenlik geçmiş ve şimdiki gobi-gobi görüngü gündelik hayat istanbul istanbul'da yaşam kamusal - özel aralığı kamusal eşik katmanlaşma kent bileşenleri kent karakteri kent merkezi kentli kentsel boşluk kimlik konut sloganları konut tipolojileri korunaklı konut küresel kentler mahalle olgusu marka projeler mekan mekan antropolojisi mevcut modeller moda monotonluk müdahale norm okumalar reklam residence resilin sentetik mekanlar simülasyon sokak-konut ilişkisi sosyal entegrasyon soyutlanma su-kent sürdülebilirlik tanımlı mekan tasarım projeler toplumsal mekan tüketim çılgınlığı yeni konut siteleri yuva zoning Öbekleşme çok kültürlü kent üretim

30 Eylül 2010 Perşembe

KONUT ÜZERİNE

Mimarlığın varolma nedeni barınmayla temelleri atılmış, günümüzde de çokça dallanıp budaklanmış, iki ucu bir araya getirilemeyen konu, konut. “İlkel zamanlardaki gibi sadece barınma temasıyla kalsa nasıl olurdu?” sorusu konut reklamlarının gazete sayfalarını haberlerden daha çok doldurduğu bu günlerde daha çok akla gelir oldu. Tabi bu sorunun cevabını vermek kolay değil.

İlk olarak değişen insanlar,yaşam koşulları en basit cevaplar. Buna bağlı olarak büyüklerimizin en kaba tabiriyle “Nerede bizim çocukluğumuzdaki evler, mahalleler” dedirtecek yapıların oluşması. Daha da derine inersek zamanla değişime uğramadan kalan şeylere kötü gözle bakmanın alışılageldiği dünyada yapıların da değişmesi, çeşitlenmesi çok normal gözükmekte. Peki bu değişim doğrunun eksi yönüne mi artı yönüne mi gidiyor? İnsanların barınma ihtiyacı için kurgulanan mekanların kalitesi ne durumda?

Zaman içindeki sürece bakıldığında doğayla iç içe, müstakil, insani ölçülerdeki yapılarla başlayan süreç, göremediği manzaraya bakmaya çalışan insan gibi uzamakta, üst üste yığılmakta olan yapılarla devam etmekte. Dışarıdan bakıldığında zemin katı dışında algılanamayan binalar, kapıları bulunup içeri girildiği andan itibaren bir yaşam sunuyor. İstenilen nitelikleri de akıllandıkları için fazlasıyla karşılıyor. Günümüzün gerçeği ki kent yaşamı konut kullanım sürelerini azaltıyor. Evde geçirilen vakit uyku dışında günün çok az bir kısmını dolduruyor. Sadece yatmak için kullanılan konutlar bu gerçekler düşünüldüğünde belki de doğru bir ilerleme gösteriyor olabilir. İçinde geçirilen zamanla orantılı olarak üst üste yığılma artıyor.

Tabi ki bahsettiğim bu durum kentin hızlı yaşamı içerisinde gelişen durum. Kent merkezi dışında bir de ele alınması gereken çeperler var ki, özellikle İstanbul için, başka dünya kurgularıyla ön plana çıkıyorlar. Talep sayısının fazlalığı belki de çocukluğuna özlemi olanlardan kaynaklanıyor olabilir. Ayrıca yapılan sloganların, reklamların payının büyüklüğü göz ardı edilmemeli. Konutu piyasa haline getiren reklam, pazarlama stratejileri kafamızı çevirdiğimiz her yerde gözümüze çarpar sıklıkta. Reklamını bir yana bırakırsak bu tiplerin ne kadar söylemleri cezp edici olsa da birer taklitten öteye gidemeyen yapılar olmakta. Bazen boğazı getirdik diyerek yapılan, bazen de sarayları yaşatıyoruz diyerek yapılan oyunlar.

Yeni inşa edilen bunca yapının yanında birde var olanlar geliyor akıla. Peki bunca yapı ne olacak ya da ne oluyor? Hepsi konut olarak doğup ikinci hayatlarında ne olarak uyanıyorlar? İşte bu durum ölümden sonra yaşam var mı sorusu kadar kafa karıştırıcı bir soru haline gelmeye başladı. Tasarım süreci deneyimlenirken hiç karşılaşılmayan bir durum olsa da sokaktaki örnekleri gündelik yaşamdan. Ya tasarladığımız yapı varlığını sürdüremezse ne olacak? Kendini dönüştürmesi gerektiğinde konut neye dönüşecek? 2+1ler 3+1ler nasıl birer ofis, ticari mekan olacak? Hele üst üste yığılmışken? Bir sürü örneği yolda tabelalarla gözümüze takılsa da üstünde çok durulmayan bir konu halinde konutlar gibi dükkanlaşmakta.

Son olarak konut kelimesi üzerinden bu kadar çok şey akla gelirken, her birini düşünmeye zaman yetmezken, konut nereye gidiyor? Lüks ama küçük mü? 2+1, 3+1 mi? Ticari mekan mı, saray mı, boğaz mı?

ÖZLEM TOPUZ

.

1.

Bir kentin asli görevi, kullanıcısının temel ihtiyaçlarından olan barınma ihtiyacını karşılayabilmektir. Ataları mağaralarda yaşayan insanoğlu gelişmiş, konfor kavramının farkına vararak kendine kentler inşa etmiş... Peki oldukça iyimser başlayan bu girişimin sonucunda neden bugün İstanbul gibi kentlerle ilgili her cümleye “problem” kelimesini yerleştiriyoruz?

İstanbul’dan bahsediliyorsa, “problem” kelimesinden önce, yıllardır ilk cümlede kendine yer bulan klişelerle tekrar karşılaşmaya hazır olmak gerek. Tarihsel birikimi, coğrafi konumu, kozmopolit yapısı vs... Bu nitelikleri ve demografik durumuyla Türkiye’nin 1/5 ölçekli bir modeli gibi gözüken şehrin ifade ettikleri, görecelik kavramını ispatlar nitelikte. Dışardan kente gelip vitrinden onu gören hemen herkes ona “aşık” olur, fakat barındırdığı insanlar için durum bu kadar da net değildir.

2.

Sanayi devrimi sonrası hızla küreselleşen dünyada hakim olan sistem, İstanbul gibi metropoller yaratmıştır. Bu süreci tam anlamıyla yaşayamamış, entegre olma konusunda hep geride kalmış olan ülkemizin en büyük metropolünün bugünkü gibi bir İstanbula dönüşmesi kaçınılmazdı belki de. Damdan düşer gibi hayatlarına giren modernizmi henüz sindirememiş olan bu toplum, kentselleşebilmeyi de kolayca başaramayacaktı kuşkusuz.

İstanbul’un en büyük problemi, malum, kısa zamanda ivmeli nüfus artışı olmuştur. 20. yy’ ın ikinci yarısında “taşı toprağı altın” umuduyla İstanbul’a göç eden insanlar, şöyle ya da böyle kente tutunmuş fakat onun kontrolsüz olarak büyümesine ve çarpıklaşmasına da önayak olmuştur. “Gecekondu” kavramını takip eden “yap-satçı zihniyet” yüzünden kent fiziksel anlamda şişmiş, her köşesi birbirinin aynısı düzensiz sokakları, Le-Corbusier’in “ Maison Domino ” modelinin imitasyonu çürük binalarla tıka basa dolmuştur.

Batının erken modernizmine başlarda duyulan heves sonraları zayıflamış olacak ki, böyle problemlerle boğuşan Avrupa şehirlerinin uyguladığı çözüm önerileri ülkemizde pek rağbet görmemiştir. Uydu kentlerle, büyük şehirlerin yoğunluğunu parçalamayı öngören ve çoğu kez başarılı da olmuş bu uygulamalar neden bilinmez ülkemizde çok küçük girişimlerden öteye gidememiştir. Her geçen gün genişleyen şehir bir merkeze bağlı olduğu için, tek çekirdekten beslenen bir çok katmanlı bir yapıya dönüşmüştür.Bu iç-içe geçmişlik ve kontrol sıkıntısı çok çeşitli sorunlar doğurmuş, kullanıcıyı kendi çözümünü üretmeye itmiştir.

3.

Toplu konut, sosyal konut gibi kavramlar kamu kurumlarının lojmanları dışında ülkemizde uzun süre alternatif olarak görülmedi. Bunun sebebi, sosyal konut inşa edip, sonrasında Charles Jencks ’in St. Lois’deki yıkımdan sonra söylediklerinde tekrar haklı çıkması ihtimalinden çekinmek miydi, ya da Gomorrah filmindeki gibi suç ortamlarına mekan tasarlamaktan kaçınmak mıydı bilinmez. Ama siyasi erkin uzun süre aklına getirmediği bu üretim tarzı son yıllarda İstanbul’un genişlemesine daha farklı “katkıda bulundu” diyebiliriz.

Çarpık da olsa, çirkin de olsa daha önceleri var olan “yer” ve “kullanıcı” arasındaki ilişki, steril ve güvenli hayat vaad eden bu yeni anlayışla deforme oldu. Sadece yaşanılan bölge veya çevreyle değil, o çevredeki diğer kullanıcılarla da ilişki kurmanın pek gerekli olmadığı farkedildi. Kent ve konut birbirinden koparak mekanikleşti. Sosyo-ekonomik açıdan olanağı olan insanlar önce kent çeperinde, kente hızlı ulaşacakları yollar kenarında; sonra yine aynı yollar kenarında ama bu kez kentin içindeki korunaklı kentlerde yaşamaya başladılar. Çoğu, nitelik bakımından yap-sat zihniyetinden çok da farklı üretilmeyen bu konut grupları, yatayda ve düşeyde kullanıcının her ihtiyacını karşılacayacak şekilde donatıldı ve kent içinde rant sağlayacak her boş alana yerleştirildi.

Bugün, İstanbul’da, eski bir derme çatma gecekondunun 2 metre ötesinde yüksek duvarlarla sınırlandırılmış, çok katlı “modern siteler” görebilirsiniz. İkisi de İstanbul’lu, teoride komşu sayılabilecek, temasları çeşitli potansiyellere gebe olan iki hayat birbirini zerre etkilemeksizin yaşamaktadır böyle yerlerde. Yeni olan, asıl kent olarak addettiği yere hergün anayollardan rahatça gidebilmektedir nasılsa, yaşadığı evin etrafıyla ilgilenmez. Asıl oralı olan ise pek rahatsız değildir, zira evinin toplu konuta bakan cephesi güzel görünsün diye birileri tarafından boyatılmıştır bile.

4.

İstanbul’un halihazırdaki -olumlu ya da olumsuz- durumunun en büyük belirleyicisi kullanıcısının barınma sorununa ürettiği cevaplardır. Sosyal anlamdaki karmaşanın yanı sıra, mevcut yapıların büyük bir kısmını konutların oluşturduğunu düşünürsek, morfolojik ve kentsel açıdan da var olan sıkıntıların kaynağıdır. Kilometrelerce kare içinde bir parça yeşil alanı olmayan bölgelerin olduğu bu şehirde, plansız gelişim, kısa vadeli çözüm üretme alışkanlığı devam ettiği sürece de “problem” kelimesini daha sık sık telaffuz edeceğiz gibi görünüyor.

Peki ilk adım ne olmalı? Duygusal anlarında, İstanbul için artık tek çözümün önceden tahmin edilecek çok şiddetli bir deprem olduğunu savunan insanlar var artık. İsteklerine göre bu depremde can kaybı olmayacak, tarihi ve nitelikli yapılar zaten sağlam duracak, sonuçta elimizde Tabula rasa’ya yakın bir İstanbul kalacak ve onu ihtiyaca göre dilediğimiz gibi tasarlayacağız. Tarihsel süreçte, yapılı çevrenin olumlu yönde gelişmesinde ütopyaların katkısı yadsınamaz. Fakat çözümü bu sert öngörüden beklemek yerine, günün şartları göz önünde tutularak yapılmuş kavramsal üretimleri, çözüme katkı anlamında ciddiye almak gerekiyor.

Hakan KELEŞ

Değişken Kentsel Yaşam


Tarihsel sürece bakıldığında, ilk mimari örneklerin, insan hayatının devamı için fiziksel çevreden korunmak amacıyla inşa edilen “barınma mekanları” olduğu görülür. Zamanla ortaya çıkan yeni gereksinmelerle çeşitli tipolojilerde yapılar ortaya çıksa da, mimarlığın özüne bakıldığında asıl ihtiyaç yine barınmaktır. Çevremizde görülen yoğun konut yerleşimlerinin hakimiyeti de bu sebeptendir.
                İlk zamanlarda tekil olarak başlayan insan yaşamı, zamanla gruplaşarak küçük koloniler halinde yaşama, ardından bu gruplaşmaların da bir araya gelmesiyle günümüz kentsel yaşamına doğru bir evrim süreci geçirmiştir. Bu sürecin temelinde ise, insanın doğal-yapay çevre ve birbirleriyle olan ilişkisinin yattığı söylenebilir. Örneğin, ilk çağda yaşayan bir insan sadece doğal çevre ile ilişki kurmuş; mağaralarda barınmış; yaşamını beslenmek ve korunmak üzerine kurmuştur. Zaman içerisinde bu insan kendini geliştirmiş; diğer insanlarla da kısmi sosyal ilişkilerin kurulabildiği topluluklar halinde kendi yaptıkları yapılaşmış çevrelerde yaşamaya başlamıştır. Artan populasyon ve insanlar arası mutualist yaşamla beraber, yapay çevreler gitgide büyümüş ve ardından daha büyük ölçekli ilişkilerin kurulduğu kentsel barınaklar oluşmuştur.
                Kentsel yaşamın moderniteyle şekillenmesinin ardından insan, toplumun bir parçası olarak bireyselliğini kazanmış ve kent ve kentliyle daimi bir ilişki içerisinde olmuştur. Evinin penceresinden karşı komşusuyla konuşmuş, her gün alışveriş yaptığı bakkal ile selamlaşmış, temiz hava almak için gezintiye çıktığı parkta sosyalleşmiş; kısacası kentsel yaşamın özünü, mahalle olgusunu yaşatmıştır.
                Küreselleşen dünya ve 1990 sonrası uygulanan siyasi politikalar, kentleşme ve kentsel yaşam kurgusunu değiştirerek, insanları, birbirinden kopuk, ve kendi içine dönük bir yaşama sürüklemiştir. Bu sürüklenişin en büyük destekçiliğini de dışa kapalı konut yerleşkeleri yapmıştır. Kentsel yaşama ve kentliye daha iyi yaşam standartları sunduğu gerekçesiyle sayıları gün geçtikçe artan bu yatırımların tercih edilmesinin en önemli sebepleri arasında da güvenlik faktörü yer almaktadır. Konut blokları etrafına örülen ve güven duygusunun bu şekilde sağlandığı yüksek duvarlar, aynı zamanda birey ile kentsel yaşam döngüsü arasında da bir engel teşkil ederek, insanlar arası sosyo-kültürel ayrışmaya sebep olmaktadır.
                Bu bağlamda, barınma kavramının beraberinde gelen konut üretim politikalarını, tarihsel bir süreç içerisinde değerlendirmemiz gerekmektedir.  


Ege Durgun

KENT BİZİM EN KARMAŞIK BULUŞLARIMIZDAN BİRİ..

Günümüzde dünya nüfusunun yarısı kentlerde yaşamaktadır. Araştırmalara göre 2050 yılında bu oran %75'lere ulaşacak. İstanbul, 13 milyonluk nüfusu ile megakentler arasında önemli bir rol oynamaktadır ve özellikle içinde barındırdığı heterojen yapı ile dikkatleri üzerine çekmektedir. İstanbul'un kentsel ve kırsal alanlardan aldığı büyük göçler, zaman geçtikçe büyük değişimler geçirmesine, kentin tekrar tekrar sorgulanmasına yol açmaktadır.İstanbul'daki değişik kültürlerden oluşan insan tipolojisinin yarattığı bu etkileşim, kast sınırlarını esnekleştirme ve sınıf yapısını karmaşıklaştırma eğilimini taşımakta, böylece toplumsal farklılaşmanın yapısının, daha çok bütünleşmiş durumda olan toplumlara göre daha fazla sayıda kola ayrılmasına ve farklılaşmasına yol açmaktadır. Bu ve bunun gibi misafirler, kent kimliğine bürünüp-bürünememe olgusu içinde sıkışıp kalmışlardır.

İstanbul'da kıyıya köşeye itilmiş ve halen itilmekte olan büyük insan yığınları, iletişim araçlarının denetimini ellerinde tutarak sahne arkasında görünmez bir biçimde ya da çok uzakta çalışan insanların yönlendirdiği simgelerin ve basmakalıp sözlerin etkisi altındadır.Bu insanları bu kadar ötekileştirirken, hala onlar üzerinden propaganda yapılıp, konut satışlarında rant sağlanması ne kadar yanlıştır?

Toplumun en temel hücresi olan barınma hakkı, kapitalizmin elinde oyuncak olmaya başlamış ve tüketim nesnesi olmuştur. Gelişen teknolojiyle tek tip, fabrikasyon konutlar üretilmeye başlanmıştır.Ev Kavramı, insanın kendini bulduğu mekanlardan çıkmış, tamamen gelip geçici olan mekanlara dönüşmüştür. Bugünkü konut tipolojisindeki evler, atalarımızdan aşina olduğumuz baba ocağı, bir yuva olmaktan çıkmıştır.Bu ise akrabalık bağlarının zayıflamasını, komşuluk değerlerinin kaybolmasını ve toplumsal dayanışmanın geleneksel temelinin zayıflamasını doğurmuştur. "Günümüzdeki konut tipolojisinin insan tipolojisi üzerindeki yarattığı bu negatif etkinin önüne geçmek mümkün müdür yoksa geç mi kalındı? Konut morfolojisinde kaybedilen değerler yerini güvensizliğe, korkuya, huzursuzluğa bırakmıştır. Konutların etrafını çevreleyen yüksek duvarlar,çitler, teller kimi kimden korumaktadır?

Örneğin bugün kentsel dönüşüm adı altında soylulaştırma diye tabir ettiğimiz bir sürü düzenleme yapılıyor.(Sulukule, Tarlabaşı, Fener-Balat-Ayvansaray vb.) Kendine has kültürleri olan oralarda yaşayan halk kent için bir tehdit midir yoksa çeşitliliğin getirdiği bir kültür zenginliği midir?

Sürdürülebilir konut sorunu; Teknolojik gelişmelerin artışıyla doğal kaynaklar tükeniyor, insanların ihtiyaçları artıyor, ekonomik dengeler değişiyor. İnsanın barınma ihtiyacını hem kendine hem de doğaya en zararsız şekilde sağlaması çabaları sürdürülebilir mimarlık kavramını doğurmuştur. Ancak ülkemizde bu durum yeterince önemsenmiyor. İstanbul gün geçtikçe havaya karışan gazlar ile; betonlaşan yeşilliği ile, harcanan gereksiz enerjiler ile tehlike saçıyor. İstanbul'da sürdürülebilir konut akımı oluşursa; konutun tüketim nesnesi olma kavramını iyi yönde değiştirebilir mi?

KONUT-KENT VE GELECEK İSTANBUL

‘‘Varoluş-oluş-yokoluş’’ sürecinin kozmos’un her köşesinde evrensel bir kanun niteliğinde tekrarlandığını düşünürsek,her şeydeki ‘’hayat’’ın mikro ölçekten makro ölçeğe kadar kaçınılmaz bir sürecin içerisinde kendini tekrarladığını görürüz.Oluş süreci içerisinde kurduğumuz kentler zamanın şartlarına cevap veremez duruma geldiğinde sonuç,hazin bir yokoluş ve hemen ardından gelen bir yeniden varoluş olur.

Yeni bir yokoluşun eşiğinde olan İstanbul artık zamanın ihtiyaçlarına cevap veremez duruma gelmiştir.Endüstri devrimi ile müthiş bir ivme kazanan ekonomik kalkınmanın, insan nüfusunun belirli noktalarda yoğunlaşmasına ve şehirlere doğru bitmek bilmeyen bir göçün olmasına sebep olması ile konut ihtiyacına cevap verememiş olan kent, kendi haline bıraktığı yeni sahiplerinin oluşturduğu,adeta bir kanser hücresi niteliğinde olan kötü ve niteliksiz konutlarla karşı karşıya kalmıştır.İşte İstanbul bu durumda yeni bir doğuşa ihtiyaç duymaktadır.Bu niteliksiz konutların ortadan kaldırılması ve önümüzdeki yüzyılların ihtiyaçlarına cevap verebilecek yeni kent planlaması ve konut tiplerinin geliştirilmesi gerekmektedir.

Yeni kentsel dönüşüm yasası, uygulama safhasında eski konut tipolojilerini ve üretim modellerini uyguladığı takdirde sağlıklı bir sonuca ulaşamayacaktır.Plan geleceğe yönelik yapılmalıdır;popüler deyimiyle sürdürülebilir kentler kurmak bir zorunluluk haline gelmiştir.Bu değişim klasik anlayıştaki devlet eliyle yani T.O.K.İ stratejisiyle oluşturulan bir sistemle gerçekleştirilemez. Tarihteki deneyimlerimize dayanarak şu söylenebilir ki; endüstri çağını aşıp enformasyon çağına geçmiş olan yeni dünya, gerek yönetimsel gerekse ekonomik anlamda bir dönüşüm geçirecektir.İşte bu dönüşümler içerisinde doğru öngörülerle doğru konut tiplerinin,kent planlarının ve bunları hayata geçirecek üretim stratejilerinin tasarlanıp hayata geçirilmesi gerekmektedir.

İstanbul’un ya doğa tarafından (beklenen deprem ile) yada bizim tarafımızdan (kentsel dönüşüm ile) hastalıklı hayatına son verilecektir ve yeni bir yaşam senaryosu oluşturulacaktır.Her iki durumda da kent bizden ziyade geleceğin insanlarının olacaktır ve onlara göre tasarlanmalıdır.Bu durumda sorulması gereken sorular şunlardır;

1.Mevcut konut tipolojileri geleceğin İstanbul’u için sürdürülebilir bir karakterde midir?

2.Yeni kent için mevcut planlama ve uygulama süreçleri ne derece verimlidir?

3.Marka değeri taşıyan İstanbul için İstanbul’a has çağdaş konut tipleri nasıl oluşturulabilir?

4.İstanbul’a güzelliğini veren coğrafyasının korunması ve canlandırılması yeni kentin tasarımında ne şekilde gerçekleştirilebilir?

5.Önümüzdeki yüzyılda kente olacak göç ne ölçüde ve ne karakterde olacaktır?

6.Yeni konut yapısı tarihi değer taşıyan dokulara nasıl entegre edilecektir?

7.Semt yoğunlukları ne derecede olmalıdır?

8.Yeni ulaşım sistemlerinin yeni konut bölgeleriyle ilişkileri nasıl sağlanabilir?

9.Kentin sosyo-ekonomik ve demografik yapısıyla ilgili nasıl bir strateji izlenmelidir?

10.Bu kent ne kadar zamanda kurulabilir?

Heysem Suhan BEYAZTAŞ

İSTANBUL-KENTİ ANLAMAK ve KENTTE KONUT

Metropolleşme , gelişme ve sonucunda düzensizlik ve çarpık kentleşme kavramlarıyla talihsizce bir araya gelebilen , halen eşi benzeri bulunmayan şehir İstanbul ve bugün kentsel iyileşme adına sunulan yaklaşımlar . Acaba düzgün kentleşme adına doğru hamleler mi yapılıyor ? Politikalar , kenti anlamama , kent karakterini önemsemeden varoluşa ters yapılaşma yanlış adımlardan sadece birkaçı…

Politikanın çarpık kentleşme üzerindeki en büyük etkisi işsizliktir. Metropoller de tüm cazibesiyle çaresiz insanı kendine çekerken bu süreçte kentleri büyük bir köy haline getiren ‘’göç’’ kavramı ortaya çıkar . Kentin boş alanları izinli veya izinsiz gelişigüzel doldurulup , betonlaşırken diğer yandan fiziksel ve sosyal açıdan çöküntü sürecine girmiş bu alanları yaşatma süreci başlar .Ve bu çabanın olumsuz bir sonucu olan ‘’soylulaştırma’’ kavramı ortaya çıkar.

Köhneleşmeye başlayan konut alanlarına daha üst sınıfları yerleştirme olan soylulaştırma kavramı neredeyse 25 yıldır İstanbul’da görülüyor . Önceleri Arnavutköy , Bebek gibi semtlerde tek tek konut satın alınıp karakter değiştirme olan eylem, boyutunu arttırmış ve günümüzde kamu girişimcileri öncülüğünde ,dönüşüm projeleri ile tüm kenti sarmıştır. Bir zamanlar küçük yerleşimden insan çeken kent, ardından o insanı itmeye başlamış , gitmeye zorlamıştır . Dar gelirlilerin de o mahallede kalmalarını sağlayacak mekanizmalar oluşturup kaynaşmayı sağlamış olmaz mıyız?

Rant ve kar amacıyla tasarlanan projeler bizleri teker teker tüketiciye ,yaşadığımız kenti de bir pazara dönüştürmüyor mu? Kenti alışveriş merkezi , otel , müze ile doldurmak yerine kültürel sürekliliği sağlayıp kimliğini korumak önemli değil midir ? Burada sosyal eşitlik kavramının biraz olsun devreye girmesi gerekmiyor mu?

Diğer yandan yoğun nüfus artışına çözüm olarak ortaya çıkan ekonomik-hızlı üretimin parçası toplu konutların görsel ve estetik algıya cevap verdiğini söyleyebilir miyiz?

Tartışılması gereken bir başka kavram ise zoning yani kullanımların ayrı bölgelendirilmesi . Kent merkezinin sürekli canlı ve yaşanır olması için konut ve ticari alanın oranlı ve uygun şekilde bir arada olmasına izin verilmesi günün her saati canlı ve yaşayan mekanlar elde etmeyi sağlamaz mı ? Bölgelendirme ile kente konuşlanmış ticari bir alan çalışma saatleri sona erdiğinde terk edilmiş bölge haline gelir ve güvenlikten bahsetmek zorlaşır ve bu noktada ‘’güvenlikli site’’ içine sıkışan yaşam insanların iletişim halinde bulunduğu mahalle-sokak-park gibi alanları yok etmeye başlar . Bunlar dışındaki alanlarda varoşlaşmaya yüz turar .

Toplu konut ve yeni yaşam bölgeleri mantığı ne derece verimlidir ?

Konut tasarlarken kent karakterini önemsemek gerekiyor . Yapıları çevrelerinden bağımsız düşünemeyeceğimiz gerçeğiyle konut ve kenti bir bütün olarak algılamak İstanbul’un ihtiyacı olan çözümlere ulaşmada fayda sağlamaz mı?

Ezgi Bay

KENTSEL KONUT- GATED COMMUNITY

Kentsel konut; mimari, sosyo-ekonomik, kültürel ve sosyolojik paramatrelerle orantılı olarak her zaman dinamik ve değişken bir kavram olmuş, bununla beraber bazı problematiklerin doğmasına sebep olmuştur. Kentsel konut kavramı şehircilik bazında büyük ölçeklerde birçok konuyla bağıntılı olduğu gibi, daha küçük ölçeklerde; tasarım, insan-doğa-mimarlık gibi kavramlar üzerinde de etkisi yadsınamaz bir paradigmadır.

Kentsel konut bağlamında ele alınabilinecek konulardan biri de zaman içinde değişen ‘konut tipolojisi’ değerleridir. Sanayileşme ve teknolojik gelişmelerin olmadığı ya da az olduğu dönemlerde, aile yapılarının, insan ilişkilerinin ve arz- talep ilişkilerinin doğrultusuyla, insanlar konak, köşk gibi mekanlarda barınma ihtiyaçlarını giderirken, teknolojik gelişmeler , sosyo-ekonomik seviyelerin değişmesi ve insan ilişki düzeyinin farklılaşmasıyla beraber daha çok katlı bitişik nizam yapıları tercih etmeye başlamışlardır. Özellikle 90lı yılların sonlarından itibaren konut konusu daha da farklı bir noktaya gitmiş ve ‘gated community’ ve ‘residence’ kavramları ortaya çıkmış ve bu tip sub- urban yerler prim yapmaya başlamıştır.

Gated community’ lere talebin artmasında birçok farklı sebep bulunmaktadır, ki bunlardan en önemlileri kozmopolit şehirlerde yaşayan bireylerin hayatın başka dallarına bütün zamanlarını ayırmalarından dolayı evlerinde geçireceği zamanlarda daha az çalışmak, daha fazla konfor elde etmek, kısacası kişisel mahrem zamanlarında daha çok tembellik yapmaktır. Bu tembelliği de yerleşim yerinin istihdam ettirdiği insan ve teknoloji gücüyle sağlamaktadırlar.

Eskiden insanlar şehrin içinde, dinamizmle beraber yaşamayı tercih ederken artık şehir karmaşasından uzak, daha sakin yerlerde yaşamayı talep etmektedir. Bununla beraber artan konfora karşın aynı oranda sosyalleşme de azalmıştır. Artık çarşıya pazara gitmek, toplu taşımaya binip sinemaya gitmek, spora gitmek tarih olmak üzeredir. Modern ghetto denilebilecek bu yeni yerleşim yerlerinde, sosyal hayatın gerekliliği olan bütün ihtiyaçlar duvarla çevrili bir alanda karşılanmaktadır. Bir insan bu duvarlardan dışarı çıkmadan her türlü günlük aktivitesini gerçekleştirebilmektedir.

Bütün bu yararlarına karşın, gated community lerin yol açtığı bazı problematikler de vardır. Bunların en başında komşuluk ilişkilerinin azalması, gün içinde beraber sosyalleştiğin insan sayısının bir kısır döngü içinde kalması ve şehir-şehirli kültürünün soyunun tükenmesine neden olmasıdır.
Bütün artılarıyla eksileriyle, şehirleşmeye katkılarıyla yada birtakım kavramların yok oluşuna yataklık etmeleriyle, gated community ler gitgide artmakta ve toplum tarafından rabet görmektedir. Bunun uzun vadedeki etkileri birçok sosyolojik münazaraya konu olacağa benziyor..


Değişen konut tipolojilerinin değişiminin bireysel-toplumsal kavramlarının değişim süreciyle olan ara kesiti nedir?
Aile yaşantısı kentsel konut kavramını hangi boyutta etkilemektedir?
Gated community kavramının oluşmasındaki başlıca nedenler nelerdir?
Konut yerleşimleri mi sosyal ilişkileri etkiler yoksa sosyal ilişkiler mi yerleşimleri?
Getto bölgelerinin ıslah edilmesi için gereken en akılcı çözüm önerisi nedir ?
Türkiye’de ‘Sürdürülebilir Konut’ kavramının sadece sözde kalmasının, yeterli derecede faalieyete geçememesinin nedeni nedir?
Eskiden insanların merkezi iş alanlarına yakın bölgelerde konut sahibi olmak isterken şimdi şehir merkezinden uzak yerlerde ikamet etmeleri nelere bağlıdır?
Sub- urban kavramının temelini oluşturan unsurlar nelerdir?

SENEM SİDAL EYİNÇ
0502101099

Kentin yeniden üretimi/Meta-mekanlar olarak konut bölgeleri/Distopik kurgu

Teknik olanaklar sayesinde üretim tipleri değişti. Metalar oluştu. Tüketim, üretimin devamı olma özelliğinden sıyrıldı. “Ev” nesiller boyu barınılan aile mekanı olmaktan çıktı. Geçici bir meskeni tanımlıyor artık. Bireyin o anki koşullarına bağlı olarak seçtiği mekan oldu. Bunlara bağlı olarak kentsel hafıza “ev”leri daha silik kaydediyor. Bireyin toplumsal hafızası zayıflıyor, görsel belleği bilgileri daha hızlı tarıyor. Kentin boşalma noktalarının nelerle dolacağını bilmek imkansız. Bu durumda kentin özünün sürekli değişen parçalardan oluştuğunu söyleyebilir miyiz? Kentin bu değişkenliği aynı zamanda fırsat eşitliği sağlamada bir araç mıdır?

İnsanın nüfusunun yarısından fazlası artık kentlerde yaşıyor. Tüm bu insan yükü kentlerde konut alanlarında kendisini nasıl gösteriyor? Mevcut yapılara ekler alarak değişme durumu pek çok ölçekte görülüyor. Konut alanları kente eklemlenerek veya çöküntü bölgelerinde oluşuyor. Eklemlenmelerle, çöküntü bölgelerindeki konut tipolojileri arasında bir farklılıktan söz edilebilir mi?  

Kimlik bunalımlarının konutla ilişkisi çokça kuruluyor. Konutların bireyin kimliğinin bir parçası/göstergesi/tamamlayıcısı olduğu algısı ne kadar nesnel bir veri sağlayabilir? 

Yapım ve yıkım hızının artışı bugün çok rahat okunabiliyor. Kentin ürünlerin ve emeğin değiş tokuşundaki rolü büyük. Üretim biçimleri üretim hızına uyum sağlayabilecek şekilde kendini adapte ediyor. Bunun mimarlık ortamına katkısının olumlu olduğu söylenebilir mi? Üretim biçimlerini dönüştürmek veya yeni modeller üretmek mevcut ortamda ne kadar gerçekçi olacaktır?

Distopyalarda konutlar ve kentler bolca betimlenmektedir (bkz. Biz , Zamyatin, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört ,Orwell). “Biz” de dikkat çeken şeffaflaşan ve adeta perspektif içinde kendini kaybeden mekanlardır, bireyler kendini bu sistemin içinde bulmaktadırlar ve kendilerine alternatif oluşturmayı düşünmemektedirler. Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’te de benzer bir ortam vardır. Günümüzün mekan kurgusu da bizi başka türlüsünü düşünemez hale getirmekte midir? Kentlerin gittikçe kendine kapalı hale gelmesi, kenti oluşturan duvarların “bariyer” ve “engel” niteliğinin çokca öne çıkıyor olması bireylerin yaşamında nerede durmaktadır?


a.nil.şensu
ev;
bugün ki haliyle konut.
İstanbul;
etkileşimli ,çok kültürlü kent

ÇOK KÜLTÜRLÜ KENTTE KONUT OLMAK

İstanbul artık "ucu-bacağı" algılanması zor olan bir kent haline geldi.Büyümüşlük algı kavramlarımızı şehir ölçeğinden mahalle ölçeğine hatta mahalle ölçeğinden yeni konut tipleri ile site ölçeğine indirgemeye başladı.

ve kenti okuyamaz ,hissedemez olduk

Çok kültürlü diye adlandırdığımız İstanbul da aslında bizim yaşadığımız,yaşamına/varlığına katkıda bulunduğumuz ama tanımlamadığımız yada gördüğümüz ama bulunmadığımız,görmediğimiz ama duyduğumuz ;kendi içerisinde örgütlenmiş, varlığını sürdüren İstanbul'un konut bağlamında KENT BİLEŞENLERİ nelerdir?

Farklı ideolojilerin kendilerini mekana yansıtması ile oluşum gösteren yaşama/barınma biçimlerinin niceliklerini yada niteliklerini ne kadar bilmekteyiz?
Örgütlenmiş bu kent bileşenlerinin OMURGAları nelerdir?

Mimar olarak öğretilerimiz ve değer yargılarımızla çevremizdekilere pozitif ve negatif ne kadar sahip çıkıyor,onlardan bilgi anlamında ne kadar yararlanıyoruz?
Yeni mimari tasarımlarımızın kurduğu ilişkisizlik yada ilişkiler ne kadar bilinçli?

Ne kadar bilip çok kültürlü kente ne üretiyoruz.


RUMEYSA SAĞLAM

Massed House (Toplama Konut)



Evolo Architecture – New York: House for the 21st Century Uluslararası Proje Yarışması

Ekip: Hakkı Yırtıcı, İlke Tekin, Gürsu Altunkaya, Pelin Çetken, Elif Elğay, Ünal Ali Özger, Müge Akdağ, İrem Çetin

KENT KONUTA KARŞI

Bugün, dünya genelinde insan nüfusunun yarısı, Batı toplumlarında ise %90’nı kentlerde yaşıyor. Kent insanın temel yaşam biçimi olmuş durumda. Modern dünyada kent konutun yerine ikame etmeye başladı. Daha önce konut insan yaşamının merkezindeydi. Şimdi ise kent merkezde. Modern kent yarattığı fiziksel ve sosyo-ekonomik çevre ile geleneksel konutun anlamını ve insan yaşamlarını geri dönülmez bir biçimde değiştirdi. Mimarlığın ilk ve en geleneksel yapı tipi üzerindeki uzlaşma sona ermiş durumda. Konutun, en basit şekliyle, yaşama, uyuma, çalışma, dinlenme, yemek pişirme gibi eylemlerine ait mekanlarının konvansiyonel programları kentin sunduğu yeni imkanlar ve servisler tarafından çözülüyor. Evin içi, dışına, kente taşınıyor. Ev giderek daralıp, küçülürken, kentte konut oluyor. Artık evin kesin sınırları yok. Her yer ev gibi kullanılıyor. Yaşamlarımız kentin caddelerinde, meydanlarında, alışveriş merkezlerinde, gökdelenlerinde, havaalanlarında geçiyor. Modern gündelik yaşamın temposu içindeki modern insan güne bir kafeteryada kahvaltı ederek ve sabah kahvesini içerek başlıyor; gazetesini yolda, otobüs ya da metroda aceleyle okuyor; internet üstünden arkadaşlarıyla sohbet ediyor; yaptığı sayısız iş seyahatleri sırasında havaalanlarının alışveriş merkezlerinden alışveriş ediyor; dinlenmek için bir bankın üstünde uyuya kalıyor; eğlenmek için kentin canlı ve görkemli dünyasını tercih ediyor. Bu koşuşturma içinde ev bir merkez değil sadece bir ara durak. Bu şekliyle sıradan kent kullanıcısı tarafından kent bir “evsiz” gibi yaşanıyor, deneyimleniyor.

KÜRESEL KENT

Burada sözü edilen kent, küresel şebekenin parçası olan bir kent. Kentin sunduğu yeni imkan ve servislere küreselleşmenin ekonomik ve kültürel mantığı hakim. Küresel ekonomi, diğer her şey gibi mekanı da karlılığını arttıracak bir altyapı olarak kullanır. Mekan coğrafi ve kültürel anlamıyla yerden ve zamandan kopartılmıştır. Küresel şebekenin ilişkileri içinde üretilen ve kullanılan mekanın bir orijini yoktur. Uluslararası şirketlerin markaları tarafından homojenleştirilmiş bu yeni mekan sentetik olarak üretilmiştir. Dünyanın her yerinde kendisini tekrar eder ve çoğaltır. Kent ile olan ilişkimiz markaların bize sunduğu örüntüler üstünden gerçekleşir küresel kentte. Sabah kahvesi hemen köşedeki mahallenin Starbucks’ında evin rahatlığını aratmayacak bir ortamda içilir. Mc Donalds iyi bir öğle yemeği seçeneğidir; ucuz ve hızlı. Ama bundan ötedir Mc Donalds: Çocuğunuzun doğum gününü evde kutlamak yerine, tüm arkadaşlarını bir Mc Donalds’a çağırmak ve orada bir kutlama partisi vermek çok daha kolaydır. Alışveriş merkezleri bütün gün vakit geçirebileceğiniz; alışveriş yapıp, yemek yiyebileceğiniz; eğlenip, sinemaya gidebileceğiniz yeni yuvalarınızdır. Havaalanlarında beklerken yine yapabileceğiniz en iyi şey alışveriştir. Eğer yorgunsanız bir bankta kestirebilir ya da daha iyisi havaalanından dışarı çıkmadan bir otel odasında bir sonraki uçuşunuz öncesi iyi bir uyku çekebilirsiniz. Tüm bunlardan daha ötesi ise dünyanı neresinde olursanız olun bir Starbucks, Mc Donalds, Diesel gibi çok uluslu bir restorana ve mağazaya girdiğinizde kendinizi evinizde hissedersiniz.

TOPLAMA KONUT

“Toplama Konut” (Massed House) bir parodi. Fiziksel ve ontolojik alanı daralan evin parodisi:

Parodi: a. Fr. Ciddi bir oyunun bir bölümünü ya da tümünü, aradaki koşutluğu koruyarak alaya alan, biçimini bozmadan ona bambaşka bir içerik vererek, içerik ile biçim arasındaki bu karşıtlıktan gülünç ve eleştirel bir etki yaratan bir oyun biçimi.

Bu ev büyük, çok büyük. Her şey içinde, hiçbir şeyi dışarıda bırakmıyor. Giriş holü bir şirketin lobisi; televizyon oturma odasındaki dev bir kent meydanı ekranından seyrediliyor. Yemek odasının bir köşesi McDonalds ve Starbucks tarafından işgal edilmiş. Mutfakta, buzdolabının kapağı açıldığında içinde bir süpermarket var. Raflardan donmuş hazır yemekler alınıp, mikro dalgada ısıtılıyor. Çalışma odası bir internet kafe. Orada sanal kütüphane karıştırılıyor, online arkadaşlara bir iki mesaj atılıyor, bir ara bilgisayardan bir dosya açılıp, kişisel günlüğe bir iki cümle ekleniyor. Yatak odası Ritz Carlton. Soyunma odasındaki dolaplar açılarak Bennetton, Nike, Mavi Jeans, Diesel mağazalarına ulaşılabilir. Banyo bir Türk Hamamı. Arkadaşlarla beraber oryantalist bir ortamda sohbet edip, yıkanmak için ideal. Dışarı çıkmak istenildiğinde büyük bir alışveriş merkezi otoparkında duran otomobile ya da bodrum kata inip, metroya binilebilir. Şehirlerarası seyahatler içinse çatıdaki havaalanına çıkmak yeterli. Temiz hava almak ve huzur bulmak içinse evin arkasında büyük bir kent parkı bulunuyor.

Güle güle kullanın.


EVDEN GERİYE KALAN..?


Günümüzde kentin evin yerini aldığını ve artık evin var olmadığını söylememize rağmen ironik bir şekilde halen “ev”den bahsediyoruz. Peki evden geriye ne kalmıştır? Modern yaşamın döngüsü içinde birey kendisini nasıl yeniden üretebilmekte, var oluşunu sürdürebilmektir? Kısacası kendisini bu karmaşa içinde ontolojik anlamıyla nasıl evinde hissedebilmektedir?

Çevremiz, konut da dahil olmak üzere, seri olarak üretilmiş nesneler ile sarılı. Satın alınan, kullanılan her nesne kim tarafından, nasıl ve nerede kullanılacağı bilinmeden üretilmektedir. Kullanım öznesinden yoksun olan nesne aynı, çok ve standart olarak üretilmekte ve tüketime sunulmaktadır. Burada devreye en temel psikolojik insan ihtiyaçlarından biri olan anlam yaratma mekanizması girmektedir. Özne, seri olarak üretilmiş nesneler dünyasından konutunu, arabasını, koltuğunu, televizyonunu, ayakkabısını, diz üstü bilgisayarını, içeceğini vb. her nesneyi öngörülemeyecek bir şekilde seçip, kişisel anlam dünyasının mekanını yaratıyor; kendisini evinde hissedebilmek adına.

EV-BARINMA-SIĞINMA-YAŞAMA...


_____Ev, insan yaşamının merkezi midir?

_____Kent insan yaşamının merkezi midir?

_____Değişim/dönüşüm/iletişim çağında herşey akıp giderken EV/BARINMA/SIĞINMA anlayışları ne ifade ediyor?

_____Kentte ev nasıl algılanır? Nasıl yaşanır? Nasıl biçimlenir?

EV; barınma işlevini gerçekleştirir. İnsanın en temel ihtiyaçlarından olan barınma, sığınma, bir yere ait olma gibi ihtiyaçların giderilmesini sağlar (?)

ya da

EV; barınaktan ötedir. İçinde YAŞAM tanımlanabiliyor ve gerçekleşebiliyorsa sadece barınmaya hizmet etmez. Hareket, zaman, algı, kişiler... Birçok değişkenle biçimlenir, algılanır. YAŞAMla birlikte kullanıcı EVi, benimser, KENDİne ait bir barınak olarak bilir, hisseder...(?)

KENTLİ; bugün kentte insan akış içinde kaybolmaktadır. Zamanını, KENTte, SOKAK ve kentin hacimlerinde, mekanlarında yaşamaktadır.

Kentli, EVini BARINAK olarak kullanmakta, onu YAŞADIĞI yer olarak tanımlayamamaktadır. EV; onun için hemen her şey gibi gelip geçicidir, tüketilecek bir şeydir. Zaten her şey tüketilir, geçer, yerine yenisi gelir... EVinde kendini dış dünyadan koparır (kapalı sitelerde güvendedir). EVinde kendini EVdeki dünyadan koparır; diğerleriyle paylaştığı hacme sırtını döner, evdeki bireyler kendi dünyasında, kendi odasında, ekranın önünde, zihin ve algıları ekranın ötesindedir; ekranın ötesinde TÜM(!) dünya vardır (internet, tv, filmler...) Evdeki küçük dünyaya ihtiyaç yoktur. Çünkü EV bir YAŞAM alanı değil, BARINMA hacmidir.

Sadece barınma ihtiyacını karşıladığı için; yaşamın özünde olması gerekenlere ihtiyaç yoktur. İhtiyaç sadece günlük ihtiyaçları giderecek, doğa etkisinden korunacak bir çatıdır. Ama bugün kentli bununla yetinEmez. Çünkü onun ihtiyacı tüketilebilecek, lüks, güvenli, ünlü, sosyal(!), birtakım yüksek kutuların içindeki çekmecelere yerleşmiş odalar, banyolar, mutfaklar ve buradaki TÜM dünyaya bağlanan AĞlardır. Bu ağlarla haber alır, duyar, öğrenir, konuşur, yemek ister, yaratır, sosyalleşir... ama bunları en çok da (hatta sadece) gözün ulaşabildiği ortamlarda yapabilir. Diğer boyutlar, hisler, algılar hep geride kalır.

Kentin akışı, kalabalıklığı, çok boyutluluğu, sıkışmışlığı, devinimi, hızı ile mücadele etmeyen, bununla yüzleşmeyen, bu durumla barışık olmayan-olamayan, kentin potansiyellerinden kaçan, onun sosyal bir ortam olarak aslında tam da ihtiyacı olan etkileşim, paylaşım ve yaratım süreçlerini yaşayabileceği yer olduğunu bilmeden-bilemeden, EVinde yaşar (barınır). EVini benimseyemez, evinde yaşayamaz. 21. yüzyıl kentlisinin belki de bu istiflenmiş çekmece kutularına ihtiyacı vardır. Çünkü o da kalabalıkta 1 tanedir ve diğerlerinden farklı olmak ya da onlarla iletişime girerek bu farklılığı farketmek istememektedir. Birlikte yaşamaya gerek yoktur. Herkes kendi çekmecesine girer, yaşar...

Güvende(!) olur, kaliteli(!) yaşar AMA yalnız olur, korkan olur, hep AYNI olur ve sadece BARINABİLİR.

Kentsel Konut_Yeniden_Bugün

Giderek karmaşıklaşan kentlerimizde yaşam alanı tanımı, içerdiği anlam, eylem zaman ilerledikçe değişip dönüşmektedir. Bu yeni kent yaşantısının yaşam alanlarına ilk başta steril bir yorumla yansıdığını görebiliriz. Fakat çok geçmeden, durmadan gelişen ve çoğullaşan dünyada yaşam alanlarının sterilleşerek insan yaşantısından kopuk olmasının bu mekanları işlevsiz, tekinsiz alanlara dönüştürdüğü söylenebilir. Bu duruma çözüm olarak bileşenlerin hepsi bir araya getirilerek yeni bir yaşam alanı tanımı yapıldı. Yeni tanım, bütün bileşenlerin aynı mekansal bütün içinde katmanlaşması, kesişmesi anlamına geliyordu. Bileşenler çoğaldıkça bu bütün daha da karmaşıklaştı ve baştan çözülebilmesi için denetimli stratejiler üretilmeye çalışıldı. Yapı içinde yapılar, kent içinde kentler doğmaya başladı. Bu yapılar da bir bakıma insanlara programlanmış bir yaşam kompleksi sunmuş oldu. Bileşenleri ne kadar çeşitli olsa da önceden tüm kombinasyonların tahmin edilip belirlendiği (denetimli olma durumu), istenildiğinin aksine kentliyle etkileşime giremeyen katı yapılar yarattı.
Bu katı yapılar içinde barınma ihtiyacına yoğunlaştığımızda da günümüz insanına zıt düşen tasarımlar görebiliriz. Bunları sabit, kullanıcıyı kendisine adapte olması için zorlayan mekanlar olarak tanımlayabiliriz. Oysa bugün, insan bir kaplumbağa gibi yaşam alanını sırtında taşımak durumundadır. Yani en minimum-optimum ihtiyaçlarını karşılayacak ortamda ve dünyanın herhangi bir yerinde yaşamak üzere dönüşmüş, evrilmiş durumdadır.
Önceleri ortalama bir birey için temel yaşam alanı eviydi. Yaşamının tüm bileşenlerini evinde bulmak ve evinin kalıcı olmasını istiyordu. Günümüzde ise konut kavramı tüm yaşam alanını içermesindense yaşam alanının sadece bir parçası haline hatta zamanının içinde bir durak noktasına dönüşmüştür. Ve bu durak hızla değişen, bir yere ait olmayan, ama hızla şekil alabilecek bir potansiyele sahip olmalıdır.
Oluşum şekli itibariyle bir gecekonduyu ele alırsak; bir gecede karar verilip en minimum ihtiyaca göre ortaya çıkan ve içinde yaşanıldığı süre içerisinde istenildiğinde kullanım alanını düşey ya da yatay düzlemde genişletilebilecek potansiyele sahip bir yapıdır. Bu yapı aynı zamanda bir gecede yok olabilme durumunu da içinde barındırmaktadır. Bu oluşum ve yıkım süreci, öz itibariyle karmaşıklaşan dünyada ele almaya çalıştığımız konut- barınma durumuna karşılık gelebilir mi sorusunu akla getiriyor.
Konutun kullanıcı merkezli karmaşık ilişkiler barındıran bir dünyada oluşmasına mimarın etkisi ne olabilir?


İpek Kay

KENTSEL KONUT VE TÜKETİM

Konut, insanın en önemli ihtiyaçlarından biri olan barınma ihtiyacına kullanıcı tipine göre çeşitli mekansal kurgularla cevap verir. Kullanıcının gündelik yaşam alışkanlıkları, fiziksel durumu konut tasarımının altyapısını belirler. Konutun kullanıcı tipine özgü olması, beden-mekan ilişkisi üzerinden bir aidiyet durumunu ortaya çıkarır. Bu noktada bir ressamın, bir öğrencinin ya da dört kişilik bir ailenin konutlarının mekansal özelliklerinin aynı olması beklenemez. Ancak bugün kentlerdeki konut yapısına baktığımızda durumun farklılaştığını görüyoruz.

Modern yaşamın sosyal, ekonomik, kültürel alanlarda getirdiği değişimler konutu da etkilemiştir. Kentlerdeki yoğun nufüsun konut ihtiyacına karşılık verebilmek için hızlı ve çok sayıda konut üretilmesi gerekmektedir. Bu noktada üretim methodu her kullanıcı için tek tek çözümler üretemek yerine kullanıcıyı belirsizleştirip, konut tiplerini standartlaştırmıştır. Yani konut artık kullanıcısı ile arasındaki bağdan sıyrılıp bir tüketim nesnesi haline gelmiştir. İnternetten indirilen bir resim, marketten alınan bir ürün ya da mağazadan seçilen bir giysi gibi konut da küresel ekonomi içinde artı değer sağlayan bir metadır. Tüketim nesnesi haline gelen konut artık herkes tarafından alınıp satılabilir, kiralanabilir.

*Kullanıcının ve konutun standartlaştırılması kullanıcı ile konut arasındaki ilişkiyi nasıl etkiler? Beden-mekan ilişkisi çerçeversinde gündelik yaşam birebir ölçekte ne tür değişikliklere uğrar?

Kentlerde dar alanlarda daha fazla ve daha hızlı konut üretme çabası düşeyde yükselen yapı kümelerini doğurmuştur. Toplu konutlar, kapalı siteler ve benzer apartmanlardan oluşan yapı adaları kent içinde giderek sayılarını arttırmakta ve şehrin çeperlerine doğru büyümesine neden olmakta. Bu noktada kentsel ölçekte bu konut kümelerinin kentle kurduğu ilişki/ilişkisizlik göze çarpmaktadır. Kentin süregelmiş organik yapısı içinde bu kümeler fiziksel çevrenin yapısını değiştirir. Yere ait olma bağlamı bu ölçekte de kaybolur. Birbirinin aynısı apartmanlardan oluşan bu konut kümeleri kentin herhangi bir bölgesine kurulabilir.

*Kentin konutu üretmesi ile konutun kenti üretmesi arasındaki ilişki kentsel örüntüyü nasıl etkiler ve bu ilişkiye hangi girdiler ile müdehale edilebilir?

Günümüzde sayıları giderek artan kapalı siteler, farklı fonsiyonları biraraya getiren, kapalılıkları neticesinde kente dair tüm kötülüklerden arındırılmış, kendi kendine yeten bir yaşam alanı iddaası ile üst gelir grubuna hitap ediyor. Bu kapalı siteler pazarlama stratejileri gereği idealize edilmiş ve prestij odaklı bir yaşamı vaadeder. Bu sitelerde bir konut sahibi olmakla beraber bir sosyal statü sıçrayışına ya da bir kimliğe de sahip olunabilir. Kentten kopuşlarını sağlayan kapalılıkları ile güvenli ve steril bir ortam sağlanır. Havuzlar, otoparklar, çocuk parkları, yeşil alanları, alışveriş birimleri ve sosyal alanları ile neredeyse küçük bir kent parçası haline gelirler. Bir tüketim nesnesi olarak bu fonksiyonlar bir ihtiyaç, bir ideal olarak gösterilir. Burada kentle hiçbir ilişki kurmadan yaşanabilir.

* Kendi içlerinde idelize edilmiş bir yaşamı sunan kapalı sitelerin kentle ilişkisizlikleri, kentten kopuşları, ötekileştirme durumları ve sayılarının giderek artması kenti ve kentliyi nasıl etkileyecektir?

Ayşe Büşra Sayıner

KENTSEL KONUT_ YENİDEN , BUGÜN, İSTANBUL

Kentte İnsan Göçebe mi ?

Batı toplumları üzerinden bir inceleme yapacak olursak, nüfusun %90 ‘lık bir oranının kentlerde yaşadığı verisine ulaşabiliriz. Kent, insan yaşamında bir biçim tanımlamış durumda hatta konutun yerini aldığı gerçeğini de savunabiliriz. İnsan yaşamının, çalışma saatleri dışında evde geçtiği ve evin merkezcil olduğu durumdan yavaş yavaş uzaklaşmaktayız. Modern kentler kendi yarattığı fiziksel, ekonomik ve sosyo-kültürel çevre ile geleneksel konut anlamını, insan yaşamında geri döndürülemeyecek bir biçimde değiştirdi.

Kentte Konut bir Durak mı ?

Konutun işlevlerine bir göz atacak olursak, en genel hatlarıyla yaşama, uyuma, dinlenme, yemek yeme gibi eylemlerin yapıldığı mekân diyebiliriz. Fakat kentin bize sunduğu oluşmuş ( oluşturulmuş? ) çevre ile birlikte, bu çevredeki imkan ve servisler konutun bu işlevlerini yerine getiriyor. Evin iç eylemleri dışarı taşınıyor. Hem fiziksel hem de psikolojik olarak sınırlarını tanıdığımız konut kente karışıyor. Yaşamımız caddelerde, alışveriş merkezlerinde, restoranlarda geçiyor. Modern gündelik yaşam temposuyla hareket eden insan, kahvaltısını bir büfe de yaparken, gazetesini otobüste veya metro durağında okuyor. Bu koşuşturma içinde ev bir durak haline geliyor.

Hangi Kent Bizim?

Kentin küreselleşmesi..

Sözü edilen ‘Kent’, küresel bir şebekenin parçası. Kentin sunduğu imkan ve servislere küreselleşmenin ekonomik ve kültürel mantığı yön vermektedir.

Mekan dediğimiz şey ise ; yerden, zamandan ve kültürden kopartılmıştır ve küresel şebeke ilişkileri içerisinde sentetik hale gelir. Sentetik mekanlar bir orijine sahip değillerdir ve homojenize edilmişlerdir. İçinde bir ‘text’ ile yeniden üretilmiş bu mekanların amacı ise kurulu şebekenin işlemesine bir şekilde destek olmaktır.Text mekanın içine yazılmış bir hikayedir.İnsanlar üretilmiş bu mekanları tarif edildiği biçimde kullanır.Text’i kırmak ancak mekanı bir hafıza ile desteklemekle yapılabilir. Bu sentetik mekanlar her yerde tekrar ederek çoğalır ve bize dünyanın herhangi bir yerinde hiçte yabancı olmadığımız bir biçimde ulaşır. Önceden sahip olduğumuz hafıza yerini örüntü içinde yenilenen hafızamıza bırakır.

Örnek verecek olursak; Chicago kentinde bir McDonalds’ta ki hamburgeri annemiz yapmışçasına büyük bir gönül rahatlığıyla yiyebiliriz.

‘Ev’ den Kalan?

Kentin evin yerini bir biçimde almış olmasına rağmen, zihinlerde kalan ‘ev’ den bahsedelim. Çevremiz,konut ta dahil olmak üzere , seri olarak üretilmiş nesneler ile sarılı. Her nesne kullanıcısından habersiz biçimde üretiliyor ve bu çok sayıda standart olarak üretilen nesneler öznelerin tüketimine sunuluyor.

Günümüzde evler; içi dışı değişebilir halde tasarlanmaya, tak ve çıkar mantığıyla kullanılmaya başlandı. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, hazır mutfak montajı veya dekorasyon gibi eylemler değişime olanak sağlarken, geleneksel konutta mutfak,yüklük, kiler tasarımın en önemli parçalarındandı.

Öznemiz ise psikolojik olarak ‘evde yaşam’ ihtiyacını karşılamak amacıyla ilk önce konutunu sonra dolabını, televizyonunu, ayakkabısını ve bilgisayarını satın alıyor.Sırf kendisini evinde hissedebilmek adına.

Baba Ocağı Satılır mı?

Ev – sokak , sokak-meydan gibi ilişkilerin bu yeni kent örüntüsü içinde bir benzerini bulamıyoruz ve buda bize komşuluk,hemşerilik,aidiyet,hafıza kavramlarından ne denli uzaklaştığımızın farkına varma şansını tanıyor.

Bu sosyal yaşam ve kültürel durum içindeki konutun günümüzdeki karşılığı ise, ‘iç’ ve ‘steril’ sıfatları eklenerek duvarlar arkasında tanımlanmış konut ve konut toplulukları.

Yapay bir sosyal çevre içerisinde dışarıyı tehlikeli olarak tanımlayan kapalı sitelerde aslında kişiye satılan bir konuttan çok yeni bir yaşam tarzı oluyor. Kentle karşılaşmak yerine onu cam kutular içinde seyir etmek tercihi popüler hale gelebiliyor ve ortak düşünce tarzı oluşturmaya başlıyor.Geçici imajlarla donatılmış olan konut satın alındığı gibi kullanıp ,tüketilip yenisiyle değiştirilebiliyor.

Konut dediğimiz hafızamıza yön veren ‘ev’ değil, satın alınan bir nesneden öteye gidemiyor.



Orkan Güzelci

TARİHSEL SÜREÇTE KONUT VE KENTSELLEŞME KAVRAMLARI ÜZERİNDEN GÜNÜMÜZ KONUT-KENT PROBLEMLERİ

İnsanoğlu M.Ö 10.000'li yıllarda ilk kez yerleşik hayata geçmiş, M.Ö 7000'li yıllarda ise ilk sosyal üniteler olan konutları üretmişlerdir. Onları yerleşik hayata geçiren ve birlikte yaşamaya yönlendiren en temel olguyu incelediğimizde; bireylerin barınma eylemini gerçekleştirecekleri konutlara ve kendi varlıklarını deneyimlendirecekleri bir varlık alanına, topluma ihtiyaç duyduklarından bahsedebiliriz. Öyle ki bu nitel ve nicel ihtiyaçlar kentlerin kurulmalarına kadar geçen süreç içerisinde toplumlaşma bilinciyle beraber tekilden çoğula doğru yaşanan sosyal evrimi tetiklemiş, toplumlardaki organik dayanışmayı bir araya getirmiş ve daha karmaşık dinamikleri barındıran kentlerin oluşumuna zemin hazırlayabilmiştir.

Çağlar boyunca medeniyet kavramının sembolü olan kentler; kültürel, sosyal, ekonomik ve politik gelişmelere paralel olarak değişim göstermiştir. Bununla birlikte temel barınma işlevine sahip olan konut kavramı da gelişmiş, çevresi ile birlikte bir kentsel yaşam ortamının parçası olmuştur. Bu oluşum sürecinde kent-konut arasındaki ilişki, sosyal ve fiziksel bir problem olarak ön plana çıkmaya başlamış, değişen kent dinamikleriyle beraber planlamanın yeniden değerlendirilmesi ihtiyacını doğurmuştur. Bugün hızla gelişen teknolojinin ve değişen toplumsal değerlerin, yeni ihtiyaçları ve yaklaşımları ortaya çıkarması bu sürecin hala devam ettiğinin bir göstergesidir.

Günümüzde de gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin büyüyen kentleri, konut sorunuyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Türkiye’de ise hızla artan nüfus artışı ve kontrol edilemeyen göçler birçok sorunu beraberinde kentlere getirmiştir. Yeni kurulan ve sanayi alanında hızla gelişen bir ülkenin, bu problemlere karşı aldığı kentsel politikalar elbette kentlerin gelişiminde önemli etkenler olmuştur. Bu politikaların doğru ve zamanında uygulanıp uygulanmadığı gerçeği, kentlerde görülen sağlıksız konut alanlarının varlığıyla anlaşılabilir.

Türkiye’nin en büyük metropol kentlerinden olan İstanbul da, göçlerle birlikte kente gelen çoğu dar gelirli nüfusun, kamu ve bir başkasına ait araziler üzerinde, kendi imkanlarıyla plansız gelişen yaşam alanları üretmeleri ve kentsel politikaların yeni kentlilerin kentle olan ilişkilerine cevap vermemesi bu sorunları gündeme daha çok taşımaktadır. Bu alanlarda sonradan uygulanan çoğu kentsel politika ve üst ölçekte alınan, (oranın sosyo-kültürel yapısıyla temas etmeyen) kentsel dönüşüm projeleri, içi boş fiziksel bir kabuk olmaktan öteye gidememiştir. Örnek olarak; son zamanlarda Süleymaniye, Tarlabaşı, Tophane ve Sulukule semtlerinde uygulanan kentsel dönüşüm adı altında yapılan çalışmalar bu bölgelerin iyileştirilmesini mi, yoksa bir ‘’Soylulaştırma’’ çalışması mı olduğunu açık bir şekilde ortaya koyamamaktadır. Öncesinde kurulan ve tarihle katmanlaşmış bir kültürün var olduğu yerleşimin, toplumun çoğul bilincine karşılık öznel yorumlarla düzenlenmesi ve buradaki toplumsal dinamiklerin yok sayılarak, bir temizleme (iyileştirme(!)) çalışması yapılması da ne kadar doğru bir anlayıştır tartışılmaktadır.

Kentlerde artan nüfusu karşılamak amacıyla oluşturulan kitlesel konut anlayışının kentle ilişkisinin sağlanması da önemli bir diğer problemdir. Devlet kurumlarıyla hızlı ve ekonomik üretilen toplukonut anlayışı, tek düze birbiri arkasında sıralanan, beton bloklar olarak yükselmeye ve İstanbul siluetinin bir parçası olmaya devam etmektedir. Ayrıca kamu alanlarıyla ilişkilerini koparan korunaklı yerleşimler de kentteki mekansal ve sosyal ayrışmanın yaşanmasının başka nedenidir.

Bu problemlere yönelik gelecekte alınacak politikalar, zengin tarihi ve kültürel katmanlarıyla dünyanın büyük metropol kentlerinden biri olan İstanbul da kentin geleceğini etkileyecek kritik hamleler olacaktır. Bu süreç içerisinde kent ve konut sorunu üzerinde toplumsal bilincin gelişmesi ve karar vericiler başta olmak üzere biz mimarların da önemli sorumluluklar alması gerekmektedir.

ERDEM DOKUZER