E

Konut- İnsan İlişkisi konut ve kent Sosyal Ayrışma kentsel dönüşüm soylulaştırma tüketim nesnesi olarak konut alt gelir grubu göç kapalı site kapalı siteler kentsel algı kentsel yaşam rota Ait olma durumu Toplu Konut algı barınma-yaşama fiziksel sınır gecekondu genişleyen konut sınırı konut niteliği konutun tüketimi sosyo-ekonomik statü sınır Özel - Kamusal Sınırı çarpık kentleşme Kamusal Omurga Çeperinde Konut Sosyal Adalet Toplum-Kent İlişkisi durak dışlanmışlık etkileşim gelecek tasarımı hafıza kamusal alan kent çeperleri kültür katmanı mahremiyet metropol sosyal eşitlik sürdürülebilirlik toplumsal sınır yap-sat yaşam kalitesi üst gelir grubu ütopya 3. boyutta mülkiyet Bellek Ekosistem Kent ile Konutun Kesiştiği Alanlar Kentin Yatay ve Düşey Arayüzleri Kentli Hakkı Kentsel Doku Ne Yönde değişiyor/Değişmeli Kişiselleşme Kolektif Bellek Korunaklı Yerleşimler Metropolde Konut İhtiyacı anlam beden deneysel konut dinamik konut disiplinler arası yaklaşım distopya dönüşüm düşeyde yükselme ekonomi ekonomik strateji evsiz farklı kültürler fonksiyon future systems geleneksel kavramlar gelir kutuplaşması genius loci geçirgenlik geçmiş ve şimdiki gobi-gobi görüngü gündelik hayat istanbul istanbul'da yaşam kamusal - özel aralığı kamusal eşik katmanlaşma kent bileşenleri kent karakteri kent merkezi kentli kentsel boşluk kimlik konut sloganları konut tipolojileri korunaklı konut küresel kentler mahalle olgusu marka projeler mekan mekan antropolojisi mevcut modeller moda monotonluk müdahale norm okumalar reklam residence resilin sentetik mekanlar simülasyon sokak-konut ilişkisi sosyal entegrasyon soyutlanma su-kent sürdülebilirlik tanımlı mekan tasarım projeler toplumsal mekan tüketim çılgınlığı yeni konut siteleri yuva zoning Öbekleşme çok kültürlü kent üretim

22 Kasım 2010 Pazartesi

evin evrimi

Bir hafta önce ‘’Ev’’i bağlamından koparmaktan bahsetmiştik.

Evi etkileşim içinde olduğu çevrenin dışında yeniden kurgulayabilir miyiz?

Günümüzün konut üretim şekilleri bizim birey olarak barınma ihtiyacımıza nasıl çözümler sunuyor?

Gibi soruları tartışmaya çalışmıştık.

Bu hafta bulunduğumuz zamanda kentsel konutu tartışmak için onun geçirdiği evrimlere bakmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü insanoğlunun barındığı yer olan ‘ev’ kavramına bakış açısı tarihte bir noktada bir sıçrama ile değişime uğramıştır. Bu tarih çok kabaca sanayi devrimi ve sonrasında kitle üretiminin hızla insanın günlük yaşamını değiştirmesi ve modernizm sürecinin başlamasıyla aynı tarihtir.

Modern mimari bireyi onu en çok ilgilendiren yapı olan evden uzaklaştırır ve onu sayısal ölçütlere göre değerlendirmeye iter. Konut bugün çok hızlı üretilebilen, alınıp satılan bir metadır. Günümüzün konutlarının seri üretim şeklinin temelleri ise modernizm döneminde atılmıştır. Modernist tavrı sadece bir mimari estetik anlayışı olarak değerlendirmek mümkün değildir. Nitekim bu akımın öncülerinden olan Walter Gropius: ‘inşa etme sanatı salt teknik bir problem değildir bir yaşam ve ekonomi organizasyonu problemidir’ demiştir.

Bu noktada konutun geçirdiği evrimi anlayabilmek için o yıllarda bireye nasıl bir yaşama şekli biçildiğini incelemek gerekir

David Harvey Fordizmi anlattığı yazısında fordizmin başlangıç yılını 1914 olarak kabul eder. Bu tarihte Henri Ford kurmuş olduğu otomobil montaj hattında çalışan işçilere çabalarını karşılığı olarak 8 saatlik bir iş günü için 5 dolar ücret vermeye başlar. Aslında bu dönemde yönetim, tasarlama, denetim ve uygulama arasındaki ayrışma ve bunun hiyerarşik toplumsal ilişkiler ve emek sürecindeki vasıfsızlaşma açısından sonuçları bir çok sanayi dalında çoktan yerleşmişti. Forda özgü olan şey ise vizyonuydu:

Ford, Kitle üretiminin: kitle tüketimi, emek gücünün yeniden üretimde yeni bir sistem, emeğin denetiminde ve yönetiminde yeni bir politika kısacası rasyonelleştirilmiş, modernist, popülist yeni bir tür demokratik toplum demek olduğunu açıkça görmüştü.Ford’un sistemi işçilerin büyük şirketlerin gittikçe daha büyük miktarda piyasaya sürmeye hazırlandıkları kitle üretimi ürünlerini tüketmek için yeterli bir gelire ve boş zamana sahip olmalarını sağlamayı hedefliyordu.

Kitle üretim ürünleri böylece hayatımıza çok güçlü bir şekilde girmiş oldu. Bu satırı okuduğunuz anda durup etrafınıza bakarsanız günlük yaşantımızda kullandığımız nesnelerin neredeyse tümünün kitle üretimi olduğunu görürsünüz. Boynunuzda kendinizin ördüğü bir atkı varsa kitle üretimi değildir ve Taşkışla binası da kitle üretimi ürünü değil. Peki yaşadığımız evler? Modernizm bireyi evinden uzaklaştırdı derken anlatılmaya çalışılan ile tam bu noktada yüz yüze geliriz

Ford’un ‘T’ modeli kitle üretiminin ilk örneklerindendir. 1920’lerin Le Corbusier gibi Avrupalı avangart mimarları Ford’un T modelini öncülüğünü yaptıkları modern mimarlığın örneği olarak alırlar ve binaları Ford’un T modelini yaptığı gibi kitle üretimi ile inşa etmek gerektiğini savunurlar. Mimarlığa ve T modele aynı standardı veren T modelin faydacı bakış açısıdır.

David Gartman bu etkileşimden ‘From auto to architecture’ isimli kitabının girişinde bahseder ve ekler:

‘Evet, Amerikalılar T modeli sevdiler. Büyük kitleler uygun fiyatlı olduğundan T modele sahip olabiliyor ve bir yerden bir yere hızlı ve kolayca gidebiliyorlardı. Ancak hiçbir zaman onun düz, siyah dikdörtgensi görüntüsünü idealize etmediler. Otomobil tarihi araştırmalarımdan biliyorum ki; Amerikalılar T modeli çirkin buluyordu ve onu daha stilistik kıvrımları olan ve iyi dekore edilmiş bir general motors otomobiline değişirlerdi.’

Bu noktada mimarlık kavramını yeniden düşünmek gerekirse; bana göre mimarlık bir organizasyondur. Kitle üretimi ürünü ise devinim içerisinde olmayan tek işlevli bir nesnedir. Kitle üretimi ürünü özü gereği kullanılır ve atılır ki yenisi üretilebilsin. Ev ise hiçbir zaman oluşunu tamamlamış olamaz. Kullanıcısı ile birlikte sürekli bir devinim içerisindedir. Bu açıdan bakıldığında günümüzün birincil konut üretim şekli olan toplu yaşam alanları evin özüne ters gibi görünüyor. Bitmişlikleri barınmanın ötesinde bireye bir yaşam tarzı biçmeleri ve evin sahibiyle birlikte evrilme olanağını neredeyse sıfıra indirmeleri bu konutların bir kitle üretin nesnesi olmaktan öteye gitmediklerini gösteriyor. Bu durumda yakın gelecekte kullanım değerlerini kaybetmeleri gerekir ki yenileri üretilebilsin.

Funda Tan

6 Kasım Cuma

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder